14 Mart 2011 Pazartesi

Yazar Murat Yatağanbaba ile Söyleşi (2. Bölüm)

Yazar Murat Yatağanbaba ile, yayınladığı "Türk Kültürü'nün Karbon Kağıdı Barış Manço" isimli kitabı üzerinden Barış Manço üzerine söyleşimize, 2. bölümde devam ediyoruz:


- 6 Ağustos 2009'da vefat eden Kurtalan Ekspres'in efsane ismi Bahadır Akkuzu'nun anısına... - 

2. Bölüm: "Barış Manço gibi ben de siyasetten anlamıyorum, nefret ediyorum, tiksiniyorum!"

Siz, kitabınızda Barış Manço’nun 20 gün gibi çok kısa bir süre alan siyaset macerasını ve onun belediye başkanlığı, bakanlık ve hatta cumhurbaşkanlığı konusundaki isteklerini anlatmışsınız. Ancak yine aynı bölümde Barış Manço’nun “ben politikadan anlamam, öğrenmek de istemiyorum!” gibi bir sözüne yer vermişsiniz. Burada bir çelişki yok mu? Bu konuyu açıklar mısınız?

Barış Manço’nun “siyasette yapmak isteyip de yapamadıklarını” ben yapıyorum. Sen Yatağanbaba’nın “siyasete girmesine rağmen” mevcut siyasete bulaştığını veya mevcut siyasi anlayışa göre davrandığını gördün mü? Ben de siyasetten anlamıyorum, nefret ediyorum, tiksiniyorum. Fakat ben siyasete girdim diye “siyasete uymayacağım”, siyaset bana uyacak! Siyasetin bu kötü imajının kalkması siyasetin / siyasi zihniyetin değişmesine bağlıdır. Bu bir devrim ister. Bu devrimi yapacak olanlar da, siyasete giren “ne oldukları belli” adamların bu duruşlarını siyasette de korumasına bağlıdır. Öbür türlü “siyasi zihniyette devrim” olmaz, “duruşu belli” adamlar da bu siyaset çarkında yavşaklaşır, heba olur giderler. “Siyaset girip şunu şunu yapmak istiyorum ama siyasetten anlamam, öğrenmek de istemem” sözünün anlamı budur.

Barış Manço’nun “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Kültür Bakanlığı”nın birleştirilmesini istediğini belirtmişsiniz. Neden böyle bir birleştirmeyi istemiştir Barış Manço?

Barış Manço bu birleştirmeleri, kitabımda belirttiğim gibi hep yapıyordu. “Zekeriya Sofrası” ile “Halil İbrahim Bereketi”ni birleştirip “Halil İbrahim Sofrası”nı ortaya çıkardı. “Lahmacun” ile “Hamburger”i birleştirip “Lahburger”i ortaya çıkardı. Verdiği mesaj “bunların amaçları birbirine yakın ve ortak çok özellikleri var” ya da “bölünüp – parçalandıkça rüzgârı / gücü yakalayamayız, birlik – beraberlik lâzımdır” mesajı olabilir.

Bir yazınızda, Barış Manço’nun “Türkler vahşidir, barbardır…” diyen bir Fransız’a ağzının payını verdiğini belirtmişsiniz. Barış Manço’nun, kendi tabiriyle “başında 8 şımarık Avrupa ülkesinin bulunduğu” AB’ye girme taraftarı olmadığını ve Afrika’nın bize ağabey gözüyle baktığı konusundaki düşüncelerini aktarmışsınız. Neden böyle bir düşüncedeydi? Bunu biraz açar mısınız?

Türk Milleti, yıllardan beri Avrupa Birliği’nin kapısında (Avrupalıların çizdiği karikatürde kulübeye giremeyen köpek gibi) bekletile bekletile “aşağılık kompleksine / duygusuna” kapıldı. Ve şu aşağılık söylem bu millete ezberletildi: ABD ve AB isterse biz adam oluruz, yoksa olamayız, onlar istemezse bir şey yapamayız.

Bu kahpe söyleme inat, Barış Manço çıktı ve dedi ki: Bunlar 8 şımarık Avrupa Ülkesi’nin dayatmaları. Dünya bu 8 ülkeden ibaret değil, bunun Türkî Cumhuriyetleri var, Afrikası var… Bu tespit doğrudur bence de ama eksiktir. Ben “Mutluluğun Yolu AB ve ABD’den değil, Bakara 177’den geçiyor” adlı makalemde de belirttiğim gibi, Türkiye’nin Amerika ve Avrupa Birliği’ne mahkûm olmadığı gibi, Avrasya Birliği’ne ve Afrika Birliği’ne de mahkûm olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu mahkûmiyet bir “sığıntılık”tır! “Siyaset Peygamber Mesleğidir / Amerika Kâbe’nin Üstünde Dansöz Oynatacak” kitabımın Önsöz’ü ve Sonsözü’nde belirttiğim gibi, “Türkiye Sığıntı Değildir!” Türkiye bu kafayla ister Doğu’ya yüzünü dönsün / girsin, ister Batı’ya, asla ve asla mutlu olamaz. Batı’yı bırakıp Doğu’ya ve Güney’e girse, bu sefer de Doğu ve Güney sömürür, değişen bir şey olmaz. O bakımdan Türkiye ilk önce “kendisi” adam olacak. Ekonomisini güçlendirecek, ondan sonra nereye girerse girecek… Ekonomi’nin düzelmesinin yolu da, bu ülkenin nimetlerini / imkânlarını bu ülkenin çocuklarının kullanmasından geçer. Bunun gerçekleşmesi için de, yarı deli bir iktidar lâzımdır, o delikanlı iktidara talip olan da benim partimdir. “Bizden / Türklerden bir şey olmaz” diyenlerin ben damarlarında 4000–5000 yıllık asil kanı taşıdığına inanmıyorum. Bu lakırdıyı savunanların kanına tarihin bir döneminde bir yabancının suyu karışmış olmalı! 5000 yıllık esaret tanımayan bir dölden / genden gelen bir ırka mensup bir insan “bizden bir şey olmaz” diyemez, genleri / geçmişi buna izin vermez. Bu Milletin Anaları, rahimlerine kilit vurmadı, Anadolu’nun dört bir tarafında aslan gibi vatan evlatları çırpınıyor ama çoğunluk sessiz kalıyor. Bu üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi duran Türk Gençliğini tahrik edip duruma el koymalarını sağlamak lazım.

Ben bu konuda Barış Manço’dan biraz farklı düşünüyorum. Tamam, “AB’ye yağcılık yapıp durmayalım” ama “onları bırakıp Doğu’ya ve Afrika’ya yönelelim” düşüncesi de bence kesin çözüm değil. Kesin çözüm benim dediğimdir: Kendimiz, kendi kendimize -işin icabını yapıp- adam olacağız.


Onun hayattayken en çok sevildiği ülkelerden birisi Japonya’ydı. Hatta ölümünde Japonlar en az bizim kadar üzülmüştü. Japonlar ile Barış Manço arasındaki bu bağ neydi? Bu sevginin sebebi neydi?

Japonlar, “diğer milletler / ülkeler bizim hakkımızda ne düşünüyorlar” diye merak eden bir toplum. Çok da gururlular. Vatandaşı mağdur olduğunda –ben doğru bulmuyorum ama- yöneticiler bunu gururuna yediremeyip harakiri / kılıcı karnına sokup intihar ediyor. Barış Manço diğer televizyoncular gibi Japonya’nın çöplüklerini, fuhuşunu, arka sokaklarını değil de, güzelliklerini ekrana getirince çok sevindiler ve sahiplendiler. Sebep bu. Gerisi / ondan sonraki gelişmeler tamamen Barış Manço’nun kendi karizması / insanlarla diyalogunun sonucu gelişti. 


Devam edecek...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...