25 Ekim 2011 Salı

Uzun Zaman Sonra Sinemada Film İzlemek ve Real Steel (2011)

Geçtiğimiz hafta Salı günü (18 Ekim 2011) çok uzun bir süreden sonra ilk defa sinemada film izledim. En son Nefes: Vatan Sağolsun (2009) filmini izlemiştim sinemada. Daha önceden bu blogta da yer verdiğim bu filmi, yazıda yer alan notuma göre 19 Kasım 2009'da yani tam 23 ay önce (yaklaşık 2 sene önce) izlemişim. Arayı çok açmışım ama bunun en büyük sebebi maddî sorunlar. Bunun dışında, evde film izlemenin daha rahat olması, benim için yeni film kavramının yeni yapılmış ve sinemalara yeni gelmiş anlamlarından çok "yılı ne olursa olsun izlemediğim her film benim için yenidir" anlamına gelmesi gibi sebepler de etken. Bu kadar uzun süreden sonra sinemada film izlemek tuhaf geldi açıkçası bana, üstelik de bir Hollywood filmi izlemek. Şunu belirteyim ki sinemaya gitmemin sebebi hediye bilet sahibi olmam, tek sebebi bu. Eğer bilet hediye olmasaydı muhtemelen sinemaya gitmemeye devam edecektim, gitmiş olsam bile bir Hollywood filmi izlemeyeceğim kesindi. Bu konuda tuhaf hissetmemin bir diğer sebebi de filmi yalnız izlememdi. Evet, salonda Real Steel (2011) filmini izleyen tek ben vardım, bir bakıma özel gösterim gibi oldu yani.


Filmin Konusu

Türkçe'ye Çelik Yumruklar olarak çevrilmiş Real Steel filminin konusu şu şekilde: "Eski organizatörlerden Charlie, hurda metalden kalitesiz robotlar yaparak geçimini sağlamakta ama zorlanmaktadır. Sonunda dibe vurur ve kendisinden ayrı yaşayan oğlu Max ile şampiyonada yarışacak bir boksör bir robot yapıp eğitmek üzere bir araya gelir. Bu vahşi arenada işler ciddiye bindikçe, Charlie ve Max bütün engellere rağmen, ringlere geri dönmek için son bir şans daha elde ederler." (beyazperde)

Film, 2020 yılında başlıyor yani çok yakın bir gelecekte geçiyor. İşte bu yakın gelecekte boks sporu şekil değiştirmiş, insanların yerine artık hurda metalden robotlar dövüşmektedir. Günümüzdeki boks sporunda olduğu gibi hem ligler, uluslararası dövüşler ve hem de yeraltı dövüşleri diye tabir edilen dövüşler yapılıyor. Dövüşenler metaller olduğu için de dövüşler daha acımasız oluyor, özellikle yeraltı dövüşleri "öldüresiye" bile olabiliyor... 
İşte tam da böyle bir ortamda, bu tür robotlar yapıp "eğiterek" dövüştüren yani bir nevi robot boksör antrenörlüğü yapan (robot boksu organizatörlüğü de denilebilir) bir karaktere odaklanıyor film: Charlie Kenton. Hugh Jackman'ın canladırdığı Charlie Kenton karakteri eski bir boksör olup artık robot dövüşlerinde boy gösteren bir robot boksu antrenörüdür. Şansının yaver gittiğini söyleyebileceğimiz bir karakter değil Charlie Kenton, hayatı tepetaklak aşağıya doğru yuvarlanan ve tabiri caizse dibe batmış olan, karşılaşmaları kaybeden, para kazanamayan / kaybeden ve de çok borçları olan birisi. Bu yüzden de dövüşlere gözü kara bir şekilde, ilerisini düşünmeden katılıyor, katılmak zorunda kalıyor ve bu da onun için hüsran oluyor. Bu ortamda, varlığından habersiz olduğu oğlu Max (Dakota Goyo) ortaya çıkıyor. Artık baba-oğul, ekip olarak bu arenada bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Baba Charlie, daha önce dövüştüğü robotları vasıtasıyla hüsrana uğrarken, oğul Max'ın bulduğu ve yaptığı robot "Atom" ile kazanmaya başlıyor.

Film Ekibi

Filmin oyuncularına baktığımızda Hugh Jackman ve 12 yaşındaki küçük oyuncu Dakota Goyo başrolleri paylaşıyor. Hugh Jackman yine bildiğimiz gibi, iyi bir oyun sergiliyor. Ben ondan çok Dakota Goyo'yu değerlendirmek istiyorum. Hugh Jackman ile başrolü paylaşan Dakota Goyo filmde çok iyi bir oyunculuk ve performans sergiliyor, hatta zaman zaman Jackman'dan rol çalıyor. Yönetmen Shawn Levy de cesur davranarak zaman zaman Goyo'yu öne çıkartıyor, çok da iyi yapıyor. Hollywood'da şu anda beğendiğim çocuk oyunculardan Abigail Breslin için yaptığım yorumlarda belirttiğim gibi bu film gösteriyor ki Dakota Goyo'nun önü açık, ileride çok başarılı (ve de yakışıklı) bir aktör olacağı kesin. Bu film ile bu işaretleri verdi. Bu oyuncu için özellikle bu yorumu yapıyorum çünkü bana Taxi Driver (1976) filminde 14 yaşındayken rol alan Jodie Foster ve 13 yaşındayken Empire of the Sun (1987) filminde yer alan Christian Bale'i anımsattı diyebilirim... Filmde bahsetmek istediğim bir diğer oyuncu da öne çıkan oyunculardan Evangeline Lilly. Filmde, atölyesinde robotların tamirini, elektronik bakımını yapan Bailet Talley'i canlandırıyor ama film içinde öyle çok  büyük bir rolü yok ve karakter de özel bir yere sahip değil. Hatta diyebilirim ki Evangeline Lilly, filmin kadın, daha doğrusu güzel kadın kontenjanından yer almış filmde.


Filmin yönetmenine değinecek olursak... Filmin aynı zamanda yapımcısı da olan yönetmeni Shawn Levy'nin yönetmenlik kariyeri daha çok dizi filmler ve komedi filmleri ile dolu. Bu ortamda, bu film çok farklı bir yerde duruyor yönetmenin kariyerinde. Bu sonbaharın büyük bütçeli, teknoloji açısından ileri seviyedeki yani çok ciddi bir şekilde maddi ve teknolojik imkanların seferber edildiği bu filmde yönetmen açıkçası çok sırıtmadı. Yönetmen öyle çok başarılı diyemeyeceğim çünkü yönetmenin türe yabancı olduğu belli oluyordu, hissettiriyordu kendini. Bu açıdan da yönetmen biraz çekingen gibiydi filmde. Yer yer daha çok şiddetin ve yine yer yer daha uzun veya daha kısa olması gereken sahneler vardı. İşte bu tür yerlerde acemiydi, uzatılması ve şiddetin artırılması gerek yerlerde ise çekingen gibiydi. Onun dışında ise öyle çok fazla kusuru yoktu yönetmenin.

Filmin Analizi

Film, tür olarak çok farklı bir yerde duruyor. Bir taraftan robotlar ve ileri teknoloji ile bilim kurgu özelliği gösterirken, diğer taraftan da boksu konu almasıyla spor filmi özelliği taşıyor, işin içine duygusallık ve baba-oğul ilişkisi katarak da duygusal ve aile filmi özellikleri gösteriyor. (Duygusal bağ sadece baba-oğul arasında değil, aynı zamanda oğul Max ile robot Atom arasında da kuruluyor. Bir ara bu duygusallık o kadar ileri gidiyor ve o kadar birbirlerine yaklaşıyorlar ki "öpüşün bari" demekten kendimi alamadım.) 
Konu itibariyle baktığımızda film, dibe vurmuş bir robot organizatörünün (antrenörü de diyebiliriz) tekrar tırmanışa geçmesini anlatıyor. Filmin ilk yarısı hüsran ve başarısızlıkla doluyken, ikinci yarısı ise robot Atom ile birlikte başarı ve yükselişe geçmeyi konu alıyor. Evet, bir zirveye konma ve şampiyon olma özelliği değil ama şampiyon olmasa da efsane olmayı konu alıyor. Hatta robot Twin Cities ile yapılan maçtan sonra Max'ın, "bu evrenin ve bilinmeyen başka diğer evrenlerin tek yenilmez ve en büyük dövüşçüsü" unvanı ile anılan robot Zeus'la mücadele için Zeus'un ekibine meydan okuyuşu var ki görülmeye değer.
Film bir yandan kendi görselliğine sizi çekerken ve sizi kendisiyle bütünleştirirken bir yandan da bazı şeylerin propogandasını yapmaktan çekinmiyor. Hepimizin malumu, Hollywood ile Amerikan Devleti, Amerikan emperyalizmi iç içedir. Amerika, bir şey yapacağı zaman, çoğu durumda önce sinemayı kullanır. Mesela Irak işgalinden önce Irak ile ilgili çekilen bir sürü filmi örnek gösterebiliriz. Onun dışında kamuoyu oluşturmak, kamuoyunu hazırlamak için de sinemayı kullanır. Düşündüğü, üzerinde çalıştığı şeyleri özellikle bilim kurgu türlerinde kullandırtır, ki bunu sadece kamuoyu için değil, aynı zamanda rakiplerine hava atmak ve güç gösterisi sunmak için de yapar. Bir zamanlar, "olmaz" dediğimiz, "film icabı" dediğimiz şeyler bugün günlük hayatımızın bir parçası. Eski bilim kurgu filmlerinde kullanılan cep telefonlarını örnek verebiliriz bu konuda. Öyle bir noktaya geldik ve teknoloji de o kadar ilerledi ki artık kolay kolay "olmaz" diyemiyoruz, inanmaya hazırız, ışınlanma bile yapılsa inanacak durumdayız... İşte tam bu noktada bu filmde benim dikkatimi çeken hususları burada belirtmek istiyorum, ki bunlar filme bilim kurgu özelliği de veren hususlar:

  • Robot dövüşçüler... Film zaten robot dövüşçüler üzerine kurulu, ana bilim kurgu özelliği de buradan geliyor. Robot dövüşçüler, esasen bir kumanda, bir arayüz aracılığıyla yönlendiriliyor, ek olarak ses ile yönlendirme de, görüntü ile yönlendirme de mevcut. "Gölge dövüşü" denen görüntü ile yönlendirmede robot karşısındakinin hareketlerini tekrarlıyor. Bunların üzerine, robotlardan dövüşçü yaratmak, insan gibi hareketler etmesini sağlamak (ve bazıları da insan gibi düşünüp, o anki durumuna ve rakibinin hamlesine göre hareket ediyor) çok kolay bir şey değil. Bu ileri bir teknoloji gerektirir. Bu noktada, filmin çok yakın bir gelecekte (günümüzden sadece 10 yıl sonrasında) geçmesi bile dikkate değer. Tabiî bu teknoloji ve zaman ile Amerika meydan okuyor, aynı zamanda kamuoyunu hazırlıyor. İleri teknoloji ve robotik biliminin geldiği nokta da göz önüne alındığında yakın gelecekte çok daha ileri teknolojilere hazır olmamız gerektiğini düşünüyorum.
  • Filmdeki radyolar ve GPS araçları... Filmde çok önde olmasa ve hatta sadece 2-3 sahnede yer alsa da kullanılan radyolar ve GPS araçları da dikkate değer. Az sahnede yer alsa ve hatta biraz dikkat gerektirse de bilinçaltına hitap ediyor. Kullanılan radyo ve tırdaki GPS tamamen şeffaf, dokunmatikten de öte ve ileri teknolojiye sahip. (Bu konudaki yorumlarımı üstte belirttiğim için tekrara gerek yok.)
  • Üçüncü husus ise balkonda bahçe... Evangeline Lilly'nin canlandırdığı Bailey Tallet karakteri çok katlı yüksek bir binanın üst katlarında yaşıyor ve bahçesi yeşillik dolu. Öyle bir hâl ki balkonda bahçe durumunda ve net olmasa da, özel dikkat ile az da olsa bu bahçeyi görebiliyorsunuz. Filmde bir kere geçen bu sahneden sonra ister istemez Ali Ağaoğlu'nun "10. katta bahçe olur mu demeyin? Yaptım, olacak." sözü aklıma geldi.
Beyazperde'de Murat Tolga Şen'in belirttiği gibi film, çocukluğumuzun Voltran, Power Rangers gibi filmlerini anımsatıyor. Film bir bilim kurgu filmi olmasına rağmen, daha çok duygusal soslu spor ve azim yüklü bir film. Görsel efektler ve ileri teknolojik insansı robotlar ile zaman su gibi akıp gidiyor, film izleyiciyi içine çekiyor, filmle bütünleştiriyor. Murat Tolga Şen'in belirttiği gibi "Hani 80'lerde esas adam, kötü olanı dövünce ayağa kalkar alkışlardık ya, öyle naif bir coşku veriyor bünyeye!"
Filmi sinemada olmasa bile evde, bir şekilde izlemenizi tavsiye ederim. Belki abartıyorum ama çok farklı bir özelliğe sahip olarak bu filmin kısa sürede kült filmler arasına gireceğini düşünüyorum.


17 Ekim 2011 Pazartesi

Eski Dünyanın Orduları (2011)

Aşağı-yukarı 1,5 ay önce (Ağustos sonunda) yazdığım Türk'ün Bilim Kurgu ile İmtihanı başlıklı yazımı, "bir sonraki yazımda Eski Dünyanın Orduları (2011) filmine değineceğimi" belirterek noktalamıştım. Kabul, yazı bir türlü gelmedi, unutmuş da değilim ancak ilgili yazıdan sonra, blogta yayınlanmasını ve zaman açısından da öne almayı uygun bulduğum haberler ve duyurular olduğu için onları önce yayınlamak durumunda kaldım. Şimdi, blogu, gerektiğinde tekrar dönmek üzere, son zamanlardaki haber ya da duyuru panosu hâlinden çıkarıp kaldığımız yerden devam edelim... 


Eski Dünyanın Orduları filminden ilk olarak youtube aracılığıyla haberim oldu. Yazın, youtube'da bir görüntü izlerken sağ tarafta bu filmin fragmanını gördüm. Yeni bir film olduğunu düşünerek açtım ve izledim. Aslında öyle çok bir şey beklemiyordum ama fragmanı izleyince, beğendim, filmi merak ettim ve baştaki önyargımda haksızlık yaptığımı anladım. Filmin fragmanını gerçekten başarılı buldum, özellikle tarih ile gelecek, eski (tarihî) kale surları ile uzayın arasındaki bağlantıyı beğendim ve üstelik de bu bağın nasıl kurulduğunu merak ettim. Filmin kısa film olması, bilim kurgu filmi olması beni daha da meraklandırdı, fragmanın sonunda da "internetten izlenebildiğini" görünce doğru filmin sitesine gittim ve filmi izledim...

Filmin Konusu

Filmin konusunu sitesinden doğrudan alıyorum: "Sargon, ne zaman başladığını bile hatırlamadığı korkunç bir savaşın tam ortasında mücadele eden deneyimli bir askerdir... Zaman ve mekandan yoksun bu muazzam savaş alanında tek düşmanı Cellat diye tabir ettiği büyük bir savaşçıdır. Sınırsız silah ve akıl oyunlarıyla bezenmiş, orduların ve sayısız dünyaların önemsiz bir piyon gibi devrildiği bu korkunç dövüşte Sargon, bir türlü Cellat'a karşı üstünlük gösterememektedir. Cellat'ın zaman ve mekan üzerinde kavrayamadığı bir gücü vardır. Bu gücü kendisi de ele geçirebilirse oyunu sona erdirebilecektir."


Konu kısmında belirtildiği üzere film Sargon ile Cellat arasındaki savaşı ele alıyor ve bu savaş, zamandan ve mekandan bağımsız. Bağımsız çünkü yukarıda belirttiğim gibi bu savaş, mekan olarak ya da zaman olarak belli bir mekan-zamanda geçmiyor, değişik zaman dilimlerinde ve mekanlarda bu savaş, bu mücadele tekrarlanıyor. Mekan olarak baktığımızda, kâh tarihî bir kalenin burçlarında, kâh ormanda, kâh uzayda, kâh şehir içinde geçiyor; zaman olarak baktığımızda ise şimdiki zamanda da, geçmiş zamanda da, gelecek zamanda da bu mücadele var oluyor. Şehir içi ve şimdiki zaman demişken, şehirden kastımız tabiî ki İstanbul. Bilim kurgu, vb. türlerde hep Los Angeles, New York, Washington, Londra gibi başta Amerikan şehirleri olmak üzere yabancı şehirleri izliyorduk bilim kurgu yönüyle. Bu filmde ise İstanbul'u bu anlamda izliyoruz ve hep yabancı şehirleri, ülkeleri izleyen Türkler için İstanbul'a bilim kurgusal bakış gerçekten çok tuhaf geliyor.

Filmin Analizi

Eski Dünyanın Orduları filmi kısa metraj bir film ama adından söz ettiren bir film. Gerek internette yayına girmeden önce gerekse de girdikten sonra, aralarında önemli sinema siteleri de dahil olmak üzere internette konuşuldu, haberleri yapıldı, hatta TV'de bile kendine yer buldu. Bununla birlikte onca uzun metraj film varken ve bazıları yazısının yazılması için sırada beklerken kısa metraj bir filmin yazısını yazmak, bu filmden bahsetmek tuhaf bir durum. Bu konumda olan, adından söz ettiren kısa film sayısının bir elin parmaklarını geçmediği bir ortamda, hele hele uzun metraj filmlerin bile kendinden bahsettiremediği bir ortamda, bu durum filmin, ekibin başarısını gösterir. Bu önemli bir şey. Kendilerini bu konuda tebrik ediyorum.

Eski Dünyanın Orduları filmi 2 öğrencinin, hiçbir prodüksiyon ve sponsor desteği olmadan çektiği, yaklaşık 30 dakikalık (27 dakika 45 saniye) bir Türk bilim kurgu kısa filmi... Filme baktığımızda film aslında konu kısmında da belirtildiği üzere 2 kişi arasında geçiyor ve film tamamen 2 oyuncu üzerine kurulu: Sargon rolünde Tuncay Çakmanus ve Cellat rolünde İsmail Kemal Çiftçioğlu. İsmail Kemal Çiftçioğlu aynı zamanda filmin yönetmen koltuğunda da oturuyor. Filmin aynı zamanda yapımcısı da olan bu 2 isme, yardımcı oyuncu olarak Elif Çilem Özel (Prenses), Yavuz Sinan İleri (Asker), Burak Albayrak (Bilim Adamı), Metin Yağlı (Gardiyan) eşlik ederken filmin seslendirmesini Aziz Acar ve görüntü yönetmenliğini Cezmi Kardaş yapıyor.


Filmin olumlu yanlarına, artılarına gelirsek... Filmin oyuncularına baktığımızda başrolünden yardımcı oyuncularına başarılı bir oyunculuk sergilendiğini görüyoruz. Öyle sırıtan bir oyunculuk yok. Yönetmenlik başarılı, derdini anlatabiliyor. Oyunculuk ve yönetmenliğin dışında tiplerin filme uygun hâle getirildiğini, makyajın, kostümlerin, dış aksesuarların seçiminin ve bu tür filmlerin önemli bir unsuru olan görsel efektlerin başarılı olduğunu belirtebiliriz...

Filmin olumsuz yanlarına, eksilerine gelirsek... Aslında bu filme olumsuz eleştiri yapmak istemiyorum çünkü filmi yapanlar amatör bir ruhla ve gerçekten gönüllerini ortaya koyarak yapmış ancak ben gene de olumsuz yanlarını belirteyim çünkü aksi durumda bu yazıyı yazmanın anlamı kalmaz, ekibe haksızlık yapmış olurum, ek olarak da sadece olumlu şeyleri belirtip olumsuzları belirtmemek ilk başta iyi bir şey gibi gelse de geniş perspektifte bakınca, tam tersine zarar vericidir. Yani olumsuz eleştiri, kötü olan veya olumsuz olan kısımları belirtip, gösterip daha iyiyi yapmaları ve izlemek içindir... Neyse, konuya gelirsek... Filmin benim göze çarpan, mutlaka belirtmeliyim dediğim 3 olumsuz yönü var. Bunlardan ilki senaryo. Filme baktığımızda senaryonun biraz düşük kaldığını görüyoruz. Sanırım ekip de bunun farkında olacak ki efektlere yönelmişler ama bu senaryo konusu bir süre sonra yer yer kendini tekrara ve sıkıcılığa yol açıyor. Bu sıkıcılık konusu ikinci husus ve özellikle filmin ortalarından itibaren sürpriz final kısmına kadar olan kısımda film nispeten sıkıcı hâle geliyor ve zaman geçmiyor. İnternette bu filmi araştırınca sıkıcılıktan çok yakınanların olduğunu gördüm... Filmin 3. eksisi ise seslendirme-müzik ilişkisi. Bazen müziğin seviyesi konuşma-seslendirme esnasında yüksek seviyede olduğu için ses anlaşılmıyor, ne söylendiği, ne anlatıldığı anlaşılmıyor...

Filmin artısını, eksisini belirttikten sonra değinmem gerek birkaç husus daha var... Filmi izlerken bazı şeyler anlamsız gelebiliyor ancak bu durum filmin sonunda anlam kazanıyor. Film sürpriz bir sona, finale sahip ve sadece bu final için bile izlenebilir, övgüyü alabilir. Film, "Mu Kıtası Efsanesi"ne bağlanıyor finalde. Bu, gerçekten büyük bir süpriz izleyiciler için. Hatta Mu Kıtasını konu alması itibariyle, bu alanda bir ilk diyebiliriz. Açıkçası, bu filmin başarılı bir Türk bilim kurgusu olmasının ötesinde Mu Kıtasını ele alması daha heyecan verici... Filmle ilgili değinmek istediğim bir nokta da filmde sezilen milliyetçi hava. Filmin başında çalan fon müziği / marş, hilalli sancaklar, kaleler / burçlar, kostümler ve de Mu Kıtası bunu destekliyor.


Film İlk Türk Bilim Kurgusu mu? Film Kısa Metraj mı?

Filmle ilgili, yer yer filmin içeriğinin de önüne geçen bir tartışma var: "Eski Dünyanın Orduları filmi ilk Türk bilim kurgu filmi mi?" Bu tartışmanın sebebi ise filmin reklamının "ilk Türk bilim kurgu filmi" olduğu üzerine yapılması. Yapılan yorumlarda, tartışmalarda bunun ilk Türk bilim kurgusu olmadığı belirtiliyor. Önceki yazımda ben de bu konu ile ilgili olarak "Türk sinemasında bilim kurguyu içeren filmler yapıldığını ama saf bir bilim kurgu yapılmadığını" belirtince Sinematik'ten Utku Uluer, bunun yanlış olduğunu, Türk sinemasında sayısı çok az da olsa bilim kurgu filmi yapıldığını belirtti. Ben de yaptığım araştırmalar sonucunda, her ne kadar bilim kurgu kültürümüz pek olmasa da, bu filmin ilk Türk bilim kurgusu olmadığını ve sadece uzun metraj olarak değil, kısa metraj olarak da bu filmden önce filmler yapıldığını gördüm. Bunun üzerine, önceki yazımda bu filmle ilgili olarak kullandığım "ilk" ibaresini kaldırdım. Benzer durumun çeşitli sitelerde de yapıldığını ve bu filmle ilgili olarak, yapılan düzeltme ile "ilk" ibaresinin kaldırıldığını gördüm...

Filmin ilk olup olmaması konusu kuşkusuz tartışılacaktır ancak bu film ilk Türk bilim kurgusu değil. Tabiî burada, buna sebep olarak iki ihtimali gösterebiliriz: İlki bilgisizlik. Konuyla ilgili çok araştırma yapılmamış, ilgili filmler görülmemiş olabilir. İkinci ihtimal ise ilk olmadığını "bilerek" PR çalışmalarını yani reklam, tanıtım, duyuru işlerini ilk olma üzerine kurması. Bu durum, dilim varmıyor ama sahtekarlıktır ve eğer böyle bir durum varsa hoş bir şey değil bu... Ancak ilklik konusunu bir kenara bıraksak bile filmin PR çalışmalarının başarılı olduğunu söyleyebiliriz...

Filmle ilgili ikinci bir konu da filmin metrajı... Filmin metrajı konusunda genelde bir sorun yok, tanıtım da o yönde. Ancak filmin sitesinde yer alan Cumhuriyet Gazetesi haberinde filmden orta metraj diye bahsediliyor. Bir dönem kısa filmle ilgilenmiş biri olarak bu filmin 27:45'lik süresiyle kısa metraj bir film olduğunu söyleyebilirim. Bu konuda bilgi vermek gerekirse, metraj kıstasları şu şekildedir: Süresi 29:59'a kadar filmler kısa metraj, 30:00 ile 59:59 arası orta metraj (bu, ülkemizde görülmese de Amerikan dizilerinde görülen süredir, ki zaten bu kavram diziler için kullanılıyor) ve 60:00 ve üstü (üst sınır yok) uzun metraj olarak adlandırılıyor...


Filmle ilgili yazılanları toparlayıp sonuca varacak olursak, film kısa metraj olmasına rağmen başarılı bir film. Film, özelde Türk bilim kurgusu, genelde ise Türk Sineması ve geleceği için heyecan verici bir film. Bununla birlikte, sinemamızın 2 başarılı sinemacı kazandığını söyleyebiliriz... Darısı uzun metrajın başına ve uzun metrajın da nasip olmasını diliyorum...

Eski Dünyanın Orduları filmine ve özellikle finaline baktığımızda, filmin devamının geleceğini düşünüyorum, seziyorum. Acaba bu konuda yanılıyor muyum? 

Not: Filmi sitesinden izleyebilir, ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Bununla birlikte filmin facebook sayfasına da bakabilir, Kayıp Rıhtım'daki söyleşiyi okuyabilirsiniz. 

Not 2: Türk'ün Bilim Kurgu ile İmtihanı başlıklı yazımda bir soru sormuş ve çeşitli kişilerden, sitelerden yorumlar almak istemiştim. Gerçekten çok kıymetli yorumlar geldi. Sinematik'e (Utku Uluer), Hayali İcraat'a, Nafile Süvari'ye (vaincavalier), Là Porshe'ye, Üçüncü Adam'a (Lüzumsuz Adam) ve Estar Abi'ye, kısaca yorumlarıyla katkıda bulunanlara, hepsine çok teşekkür ediyorum. İlgili yazıdan çok, gelen yorumları değerlendirsek ortaya doyurucu bir yazı ortaya çıkar... Bununla birlikte ilgili yazının çok okunduğunu ve çokça paylaşıldığını gördüm. Bu da beni mutlu etti. Okuyan, yorumlayan, paylaşan herkese teşekkürler...


10 Ekim 2011 Pazartesi

Kuliscast’tan İzmirli Oyunculara ve Oyuncu Adaylarına!!!

İzmirli oyuncular, oyuncu adayları ve ek gelir isteyenlere…
CAST OYUNCUSU olmak için profesyonel bir oyuncu olmanıza gerek yok. Ayrıca aramıza katılanlara hafta sonları verdiğimiz ücretsiz kurslar, diğer iş hayatınızda da çok işinize yarayacak, ellerinizi, kollarınızı, mimiklerinizi kısaca kendi vücut dilinizi kullanmayı da öğreneceksiniz. Böylece bir satış sorumlusu, sekreter, reprezant, bankacı, halkla ilişkilerci bile olsanız iş hayatınızda size çok şey verecek bu beş haftalık ücretsiz work-shoplar size fayda sağlayacak.

Ercüment Balakoğlu, Tevfik Yapıcı, Kaan Erkam ve Levent Tayman'dan alınan özel kurslar da cabası… (Bu kurslar İzmir’de her ay bir pazar günü yapılacak)


Aranan Nitelikler

KİM OLURSAN OL GEL gibi bizim iş davetimiz. Uzun-kısa, şişman-zayıf olmak önemli değil. Dizilerde, filmlerde ve reklamlarda oynayanlar da zaten hayatın içinden değil mi?

NE İŞ YAPARSANIZ YAPIN, bütün zamanınızı ayırmasanız bile en azından hafta sonlarınızı setlerde ya da tiyatroda değerlendirebilirsiniz.

Çünkü sadece bizim ajansımızda olan bir sistemle hafta içi çalışıyorsanız gereksiz görüşmelere gidip saatlerce sıra beklemiyorsunuz.

Bu size önce ek gelir sonra da kim bilir hayatınızın geçimi şansını yakalatacak fırsatı yaratabilir.

En ufak bölüm oyuncusunun günde 250 TL aldığını düşünürseniz iyi bir gelir sayılabilir.

Haydi sanata, spotlara ve bu renkli dünyaya bir adım atın…

İzmir İstanbul’a İzmir'deki ajanslarla zor açılıyor. Ama biz İzmire gelerek görüntülerinizi de alacağımızdan İstanbul size daha yakın olacak.

Bize başvurmak için günlük hayattan çekilmiş birkaç fotoğraf ve iletişim numaranız yeter. En kısa zamanda size döneceğiz.

Kuliscast
Çağla ÇOLAK

kuliscast@kuliscast.com
www.kuliscast.com
www.odatiyatrosu.com

İzmir'de Sanat'tan alınmıştır...


4 Ekim 2011 Salı

DESEM (Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi) Sinema Programı (Eylül-Aralık 2011)


İzmir'de, mevcut sinema sektörüne alternatif olarak faaliyet gösteren ve gerek gösterdiği filmlerle gerekse de bilet fiyatlarıyla beğeni toplayan DESEM (Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi) Sinema Programı belli oldu. DESEM Sinema Programı kapsamında Eylül-Aralık 2011 tarihleri arası program ve bilgiler aşağıdaki şekildedir:

23–29 Eylül - Kim Kiminle Nerede / Whatever Works (2009)
30 Eylül-6 Ekim - Kaybedenler Kulübü (2010)
7-13 Ekim - Hayalî Aşklar / Les Amours İmaginaires (2011)
14-20 Ekim - Başka Bir Yerde / Somewhere (2010)
21-27 Ekim - İyi Yürek / The Good Heart (2010)
28 Ekim-3 Kasım - Ay / Moon (2009)
11-17 Kasım - İmkansızın Şarkısı / Noruwei No Mori (2010)
18-24 Kasım - Daha İyi Bir Dünyada / In a Better World (2010)
25 Kasım-1 Aralık - Aşkın Hâlleri / Le Nom Des Gens (2010)
2-8 Aralık - Bir Zamanlar Anadolu’da (2010)

Yer: Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü, DESEM Binası (Salonları), Alsancak
Bilet Fiyatları: Tam - 4,5 TL, Öğrenci - 3,5 TL, DEÜ Personeli - 3,5 TL

Yayın politikası gereği vizyondaki filmleri göstermeyen ancak ya tarih olarak eski filmleri gösteren ya da yeni filmleri vizyondan kalktıktan sonra gösteren DESEM'de, 2011 güz programının 2010 ağırlıklı olduğu görülüyor, ki programdaki 10 filmin 7'si 2010, 2'si 2009 ve 1'i 2011 yapımı. Yine programa baktığımızda, filmlerin 2'si Türk filmi olurken, 3'ü ABD-Kanada, 4'ü Avrupa ve 1'i Japonya sinemasından...

Filmlerin gösterim saatleri genelde en erken 14:00, en geç 21:15 şeklinde ancak gerek filmlerin uzunlukları ve gerekse de ilgili salonun o gün ve saatteki programına göre bu saatler değişebilmekte veya bazı gün ve saatteki gösterimler iptal edilmektedir. Filmler hakkındaki ayrıntılı bilgiyi ve gösterim saatleri ile program hakkında ayrıntılı bilgiyi DESEM'den edinebilirsiniz.


2 Ekim 2011 Pazar

Kemanı Ağlatan Adam Farid Farjad Ekim'de Türkiye'ye Geliyor!

Geçenlerde, önce Konak'ta ve sonra Buca-Şirinyer'de yer alan afişlerde Farid Farjad'ın 5 Ekim 2011'de İzmir'e geleceğini öğrendim. Aslında bu önemli bir kültürel olay ama maalesef tanıtım ve reklamlar o kadar az ki, hani bu afişleri ve haberi neredeyse "tesadüfen" gördüm diyebilirim...


Neyse... Daha önce bu blogta kendisinden bahsettiğimiz, dünyanın yaşayan en büyük keman virtüözlerinden İranlı sanatçı Farid Farjad sadece İzmir'de değil, aynı zamanda "Türkiye Turnesi" kapsamında, ekim ayı içerisinde birçok şehirde olacak... İşte üstadın programı:

5 Ekim - İzmir (İsmet İnönü Sanat Merkezi) - Biletler Biletix'ten satışa açıldı.

7 Ekim - Erzurum (Atatürk Üniversitesi Salonu) - Özel bir konser olup, bilet satışı yoktur.

8 Ekim - Ankara (Şura Salonu) - Biletler Biletix'ten satışa açıldı.

10 Ekim - Gaziantep (Gaziantep Anfi Tiyatrosu)

12 Ekim - Mersin (Mersin Kongre Merkezi) - Biletler Biletix'ten satışa açılacaktır.Ve ek bilet satış noktaları, iletişim telefonu bildirilecektir.

14 Ekim - Diyarbakır (Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi) - Kahve Diyarı (Ninova Park Diyarbakır) - Mezopotamya Eczanesi (Vilayet) - Tigris Cafe (Sanat Sokağı) Mega Center AVM'de stand açılacaktır.

15 Ekim - İstanbul (Caddebostan Kültür Merkezi) - Biletler Biletix'ten satışa açılmıştır.

Trabzon ve Adana'da salon sıkıntısı nedeniyle ne yazık ki konser yapılamayacaktır.

Üstadın programını Facebook'tan veya Biletix'ten takip edebilirsiniz...

Not: Üstad hakkında bilgi edinmek için blogta daha önce yayınlanan yazıyı veya Musiki Dergisi'ndeki yazıyı okuyabilirsiniz...

1 Ekim 2011 Cumartesi

Genco Erkal - Dostlar Tiyatrosu "Nereye Gidiyoruz / Azizlikler" Oyunu ile Ekim'de İzmir'e Geliyor

Usta oyuncu Genco Erkal; ölümünün 15. yılı nedeniyle Aziz Nesin’in öykü, şiir, masal ve taşlamalarından uyarlayarak sahneye koyduğu tek kişilik yeni oyunu “Nereye Gidiyoruz?” ile sahnede! Dostlar Tiyatrosu’nun, prömiyeri 3 Mart’ta gerçekleştirilen yeni oyunu, bugünlerde herkesin birbirine sorduğu “Nereye gidiyoruz?” sorusuna yanıt arıyor.


Ülkesinin her derdini kendi derdi bilen, tüm yaşamı boyunca düşünceleri uğruna yılmadan mücadele veren bir aydının, Aziz Nesin’in gözünden ülkesini ve insanlarını tanımayı hedefleyen “Nereye Gidiyoruz?”; ölümünün 15. yılında bu büyük gülmece ustasının gözünden ülkenin fotoğrafını çekiyor. Oyunla aynı zamanda; tüm yazılarında Karagöz, Ortaoyunu, Meddah gibi geleneksel gösteri sanatlarımızı, masallarımızı, anlatı geleneğimizle çağdaş sanatın sentezinin en etkileyici örneklerini veren Aziz Nesin’in, genç kuşaklara da tanıtılması amaçlanıyor.

Genco Erkal; okuma alışkanlığının giderek azaldığı günümüzde Aziz Nesin’i tiyatro sanatı ile izleyiciye aktararak, izleyicileri, yazarı daha yakından tanımaya özendirmeyi de hedefliyor.

“Nereye Gidiyoruz?”, içinde yaşadığımız toplumun çelişkilerini ve çıkmazlarını vurucu bir dille yansıtıyor. Kendine has tarzıyla izleyenleri çok güldürecek olan bu çağdaş meddah gösterisi, bir yandan da sorunlara tuttuğu ışıkla düşündürecek. Aziz Nesin’in yıllar önce kaleme aldığı metinlerin güncelliği izleyenleri şaşırtırken, büyük yazarın gözlem ve değerlendirme başarısını bir kez daha ortaya koyuyor.


Oyun Ekibi
“Nereye Gidiyoruz?”un yönetmenliğini ve sahne tasarımını da Genco Erkal üstlenirken; oyunun müzikleri Türkiye’nin ilk özgün film müziği sanatçılarından, mimar, müzisyen, tiyatro-sinema oyuncusu Arif Erkin tarafından hazırlanıyor. Özlem Kaya’nın giysi tasarımını, Hakan Özipek’in ışık tasarımını üstlendiği oyunda Karagöz tasvirleri Haluk Yüce tarafından yapılıyor.

AZİZ NESİN’in öykü, şiir, oyun, masal, taşlama ve köşe yazılarından uyarlayan, yöneten, oynayan, sahne tasarımı: Genco ERKAL.

Müzik: Arif ERKİN
Giysi: Özlem KAYA
Işık Tasarımı: Hakan ÖZİPEK
Karagöz Tasvirleri: Haluk YÜCE
Yönetmen Yardımcıları: Ece YASSITEPE, Emine KINACI
Koreografi Danışmanı: Ece GÖKTAY
Oyun Fotoğrafları: Aylin ÖZMETE
Işık: Cemal BAYKAL
Ses: Mehmet DOĞAN
Teknik: Seçkin OK

Basın-Halkla İlişkiler: Banu K. ZEYTİNOĞLU
Müdür: Ahmet KAYA
Gişe: Derya TOKAÇ
Web Master: Kadir KAYA
Afiş Yaratıcı Yönetmeni: Uğurcan ATAOĞLU
Afiş Fotoğrafı: Serdar TANYELİ
Afiş Tasarımı: Elif YALÇINKAYA
Baskı: Ofset Yapımevi
Tanıtım Sponsoru: EFES

Oyun hakları Nesin Vakfından alınmıştır. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığının maddi katkılarıyla...


Oyunun İzmir Turne Programı

Dostlar Tiyatrosu, Ekim ayında yeni tiyatro mevsimini Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgelerini kapsayan büyük bir Anadolu turnesiyle açıyor. Bu kapsamda, Dostlar Tiyatrosu, ”Nereye Gidiyoruz” oyunu ile 15-18 Ekim 2011 tarihleri arasında İzmir'de. İzmir Turnesi'nin programı ise şu şekilde:

15 Ekim – Karşıyaka Opera Ve Tiyatro Salonu, 20:30 
(Bilet Satış Noktaları: Karşıyaka Opera Ve Tiyatro Salonu Gişesi, Karşıyaka D&R, Karşıyaka Pan Kitabevi... İletişim: 464 76 95)

16 Ekim – Urla Hakan Çeken Kültür Merkezi, 20:30
(İletişim: 754 40 10 – 464 76 95)

17 Ekim – İzmir Sabancı Kültür Merkezi (Sarayı), 20:30
(Bilet Satış Noktaları: Sabancı Gişe, Alsancak D&R... İletişim: 445 42 13 – 464 76 95)

18 Ekim – Narlıdere Atatürk Kültür Merkezi, 20:30
(Bilet Satış Noktaları: Narlıdere AKM Gişesi... İletişim: 464 76 95)


Not: Bilgiler İzmirde Sanat ve Dostlar Tiyatrosu sayfalarından alınmıştır...
Not 2: Dostlar Tiyatrosu'nun diğer il ve bölgelerdeki programı internet adresinden edinilebilinir...


ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...