7 Temmuz 2011 Perşembe

4 luni, 3 saptamâni si 2 zile (4 Months, 3 Weeks and 2 Days - 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün, 2007)

Son yıllarda, özellikle dünya sinemalarında adı yer almayan ve “az bilinen ülke sinemaları” adıyla yer edinen ülkelerin ve sinemalarının yükselişine tanık oluyoruz. Bunda kuşkusuz, dünya sinemasının mabedi ve başkenti sayılan Amerikan Sineması’nın, nam-ı diğer Hollywood’un kısır döngü içine girmesi ve üretkenliğinin sona ererek artık konudan çok görselliğe önem vermesi ve bununla birlikte diğer ülke sinemalarının da gelişmesi ve başarılı yapıtlar ortaya koyması etken. Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; dünya sineması artık tek kutuplu değil yani artık dünya sineması Hollywood’a eşit değil ve endeksli değil. Artık Hollywood’un karşısında, başını Brezilya, Meksika, Arjantin gibi ülkelerin çektiği Latin Amerika sineması; başını Japonya, Çin, Güney Kore’nin çektiği Uzakdoğu sineması; Hindistan Sineması ya da nam-ı diğer Bollywood ve başını İngiltere, Almanya, İspanya, Fransa Sinemalarının çektiği ve ülkemiz sinemasının da önemli yer tuttuğu Avrupa Sineması yer almakta. Sinemanın çeşitliliğini ve çok kutupluluğunu belirtmekte sakınca yok, ama şunu eklemekte de fayda var: Bütün bu gelişmelere karşın henüz – ve bence maalesef – Amerikan Sineması (Hollywood) ile rekabet düzeyine erişebilmiş bir sinema yok. Bir nebze Uzakdoğu sineması bunu becermeye çalışıyor, hepsi bu.

Kıtalar ve bölgeler bazında sinemaların gelişimine değindikten sonra, özellikle ülke bazında da bazı ülkelerin sinemalarının gelişiminden de söz etmek mümkün. Bu hususta son yıllarda atak yapan İran Sineması, Romanya Sineması gibi sinemalardan söz edebiliriz. Bu ülkelerin sinemaları, son yıllarda güzel filmler çıkartmakta, festivallerden başarıyla dönmekte ve eleştirmenlerden iyi puanlar ve olumlu eleştiriler almakta... Bu yazının konusu olan filmin ülkesi olan Romanya’ya baktığımızda, belirtildiği gibi son yıllarda iyi filmler çıkıyor. Kendisini gün geçtikçe geliştiren Romanya Sinemasını incelediğimizde, ait olduğu sinema kıtası olan Avrupa Sineması’nın izlerini görebilmekle beraber kendine has özellikleri de görmek mümkün... Son yıllarda büyük gelişme gösteren Romanya Sineması ile ilgili olarak sinema eleştirmeni Serdar Kökçeoğlu, Beyazperde’deki yazısında şöyle bahsediyor: “İran sineması, Güney Kore sineması gibi farklı dönemlerde festivallerin gözdesi olan sinemaların arasına son yıllarda, peş peşe başyapıt üreten Romanya sineması da katıldı. Bay Lazarescu’nun Ölümü ve Bükreş’in Doğusu gibi festival jürilerinin ve eleştirmenlerin övgülerini toplayan, kolayca yılın en iyileri arasına giren filmlerin şimdilik sonuncusu 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün. Bazı yıllar Romanya’da sadece dört film üretildiği düşünülürse, bu az sayıdaki film bile bir Rumen Yeni Dalgası’ndan söz etmeyi olanaklı kılıyor. Son yıllarda adından söz ettiren Rumen filmlerinin ortak özellikleri ise ayrı bir yazının konusu olabilecek kadar çarpıcı. Komünizm döneminde de geçse, 1989 sonrasını da anlatsa; hikâyelerin aynı gün içinde geçen trajikomik bir olayı konu edinmesi son derece dikkat çekici.” Şahsî olarak, Kökçeoğlu’nun bahsettiği diğer iki filmi de henüz izlemediğim için onlarla ilgili yorum yapamam ama komünizmi yaşamış ve o dönemi anlatan, o dönemi işleyen filmlere örnek olarak Elveda Lenin (Goodbye Lenin, 2002, Almanya) ve Çalıntı Gözler (Otkradnati ochi, 2004, Bulgaristan) filmlerini örnek verebilirim.


Filmin Konusu

Bu yazının konusu olan 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’e geldiğimizde ise film, 1987 yılında Çavuşesku rejiminin yani henüz komünizmin hüküm sürdüğü Romanya’da geçiyor. Film, kürtajın yasak olduğu dönemde, kürtaj olmak ve bebeğini aldırmak isteyen bir genç kız ile arkadaşının hikâyesini anlatıyor. “Komünizmin son dönemlerinin hüküm sürdüğü Romanya’dayız. Bükreş'te öğrenci olan Otilia ve Gabita, aynı zamanda da öğrenci yurdunda oda arkadaşıdırlar. Gabita’nın hamile olduğunu öğrenmesi ile büyük bir sorunla karşı karşıya kalacaklarıdır. Çünkü Romanya’da kürtaj yasaktır. Fakat her yasağın kendisine bir de ’yasak delici’ alternatif bir sistem yarattığı düşünülürse buna da bir çözüm vardır. Kürtaj yasal olmayan yollardan yapılacaktır.” (Beyazperde)


Filme ve konusuna baktığımızda, aslında hamile olan kişinin Gabita olmasına ve ana tema onun üzerine kurulu olmasına rağmen, film onun arkadaşı olan Otilia üzerinden işleniyor, filmin başrolünde Otilia yer alıyor. Yine film, kürtaj olgusu üzerine kurulu olmasına rağmen ve komünizm dönemini işlemesine rağmen, film aslında bir kürtaj filmi veya siyasi film olmaktan öte bir arkdaşalık, bir fedakârlık filmi...

Otilia, yurttan oda arkadaşı olan Gabita’nın bebeğini aldırması için inanılmaz bir fedakârlık gösteriyor. Önce oteli ayarlıyor, ki daha önceden ayarladıkları otelde sorun çıkınca yeni bir otel ayarlamak zorunda kalıyor ve hem öncekinde hem de sonrakinde “otel dolu” tepkisiyle karşılaşıyor. İlkinde telefonla yer ayırttığını anlatmaya çalışıyor ama olmuyor bir türlü, ikincisinde de daha fazla ücret ödemek pahasına zar zor bir oda bulabiliyor. Resepsiyondaki kadının sorusu üzerine de “sınav zamanı olduğunu ve yurtta rahat çalışamadıkları için otel odası tuttukları” yalanını söylüyor, çünkü o dönemde kürtaj yasak, “kürtaj için tutuyoruz” gibi bir şey söylese hoop hapse... Ardından doktoru bulma meselesi ortaya çıkıyor. Aslında doktor bulunmuştur ama aracılar vasıtasıyla yani el altından bulunmuştur ve onunla buluşulacaktır. Ardından otel odasında doktorun her iki kızı aşağılamalarına tanık oluyoruz. “Neden belirtilen otel değil de bu otel tutuldu”, “kimliğim resepsiyonda, bir şey olursa benim de başım belaya girer” gibi yakınma ve aşağılamalardan tutun da kızların parasızlığına ve çaresizliğine de aşağılamalar söz konusu. Kızlar parasızdır, ellerindeki parayı ise çevreden borç almışlardır, buna rağmen doktor daha fazla para ister. Aşağılamalardan sonra ise doktor, bebeği almak yani kürtaj için değil, bebeğin düşmesine yardımcı olmak için orada olduğunu ve işinin bu olduğunu belirtir. Ardından ise “bir seferde oldu oldu, yoksa ikinci seferde bunu yapmayacağını” belirtir. Ardından Otilia, arkadaşı Gabita’yı otel odasında bırakarak, gitmek zorunda olduğu sevgilisinin annesinin doğum gününe gider. Serdar Kökçeoğlu bu sahne için “Otilia’nın kürtaj yaptıran arkadaşını otel odasında bıraktıktan sonra sevgilisinin evindeki doğum gününe gittiği sahnenin sinema tarihine geçeceğine ise hiç şüphe yok.” yorumunu yapıyor. Tabii bunun için bekleyip görmek gerek... Otilia, sevgilisinin evine gittiğinde de hoş bir gece geçirmez. Bunun ilk sebebi aklının otelde, Gabita’da olmasıdır, zira Gabita’yı otel odasında, o hâlde çaresiz bir şekilde yalnız bırakmıştır. Üstelik kürtaj anlaşılırsa hapse varan ceza da söz konusu. İkinci sebep ise sevgilisinin ve ailesinin tutumudur. Sevgilisi ile uyumlu ve uygun olmadıklarını fark etmiştir, üstelik ailesinin de önyargıları mevcuttur. Geri otele döndüğünde ise Gabita’nın bebeğinin düştüğünü, yani Gabita’nın hamilelikten kurtulduğunu görür. Belki de filmin en etkili sahnesi burasıdır çünkü yönetmen bir süre kamerasını sadece cenine sabitliyor. Kızlar cenini nasıl imha edeceklerini düşünürken ve onu almak için poşet, çanta, vs. ararken, yönetmen bize sadece cenini gösteriyor... Bu sahnenin ardından ise fedakâr arkadaş Otilia’nın cenini atmak, yok etmek için karanlık sokaklardaki çabasını izliyoruz. Bu kısımda Otilia’yı canlandıran oyuncunun, film içindeki oyunculuğunun zirveye çıktığını görüyoruz. Oyuncu, bir taraftan cenini atma, ondan kurtulmaya çalışırken, diğer taraftan da yakalanma korkusunu ve işini kimseye çaktırmadan gizlice halletmeye çalışmasını çok iyi yansıtmış.



Filmin Ayrıntıları

Filmin yönetmeni Christian Mungiu iyi iş çıkartmış. Filmde, bebeğini aldırmak isteyen kızın ve arkadaşının durumunu, Otilia’nın kürtaj için oteli ayarlarken ve doktoru ararkenki durumunu, kızların otel odasındaki durumunu ve özellikle Otilia’nın cenini atmaya çalışırkenki durumunu çok iyi yansıtmış. Özellikle o ceninden kurtulma sahnesinde Otilia karakterinin hem kurtulmak isteyen hem de fark edilmek ve yakalanmak istenmeyen hâlini oyuncu Anamaria Marinca çok iyi yansıtmış. O sahnede film içindeki oyunculuğunun zirvesine çıkıyor Marica.


Filme baktığımızda, aslında film tek bir günde geçiyor. Sabah yurtta başlayan film gece otelde noktalanıyor. Hayatın içinden bir film olarak karşımıza çıkan 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’de yönetmen Christian Mungiu, son yıllarda ülkemizde de yaygın olan sabit kamera ve durağan film tekniğini kullanmış. Bu açıdan, ülkemiz sinemasından örnekle bir Semih Kaplanoğlu, bir Zeki Demirkubuz ya da bir Nuri Bilge Ceylan havası seziyoruz. Film alabildiğine durağan ve kamera alabildiğine sabit, ancak film insanı sıkmıyor, filmin içine dâhil olabiliyorsunuz, ki bu yönetmen açısından büyük bir başarı. Yönetmen filmin finaline doğru olan o karanlık gecede, ceninden kurtulma sahnesinde ise hareketli kamera sistemini kullanıyor.


Filme baktığımızda, komünizmi yaşamış ülkelerin sinemalarının, komünizm dönemlerini işlerken sıklıkla yer verdiği şekilde kasvetli bir havada ve tonda geçiyor. Filmi izlerken, insanı sıkacak olan bir şey varsa da o da filmin bu kasvetli havası olacaktır kuşkusuz... Film, minimalist bir yapıda işliyor, yani oyuncu sayısı, mekân sayısı, olay sayısı, kamera hareketi, vs. olabildiğince asgariye indirilmiş vaziyette. Mekân olarak baktığımızda, film temel olarak yurt, otel, sevgilinin evi ve dışarısı olmak üzere 4 mekânda geçiyor. Oyuncu açısından baktığımızda ise iki farklı yaklaşım sergileyebiliriz: İlk yaklaşımda, filmde temel oyuncunun Otilia karakterini canlandıran Anamaria Marinca olduğunu, filmin onun üzerine kurulduğunu ve filmde aslında bir tek oyuncu olarak onun yer aldığını söyleyebiliriz. En dar bakış açısıyla bakacak olursak, haksız sayılmayacak bir yaklaşım olarak karşımıza çıkacaktır. En geniş açıdan bakarsak, bu sefer karşımıza Otilia, Gabita, doktor, Otilia’nın sevgilisi gibi figürasyonlar dışındaki temel oyuncular karşımıza çıkacak ve filmde hepi topu 5-6 kişi var diyebiliriz.

Film, 2007 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nün sahibi olmuş ve festivalde gösterildiğinden beri büyük bir ilgi ve övgü ile karşılanmış. Hatta film, 2008 yılında 80. Akademi Ödüllerinde "En iyi yabancı film Oscarı" için Romanya tarafından akademiye gönderilmiş. Film, gösterildiği yıl pek çok sinema sitesi, dergisi ve otoritesi tarafından yılın en iyi filmleri arasında ve hatta European Film Awards (Avrupa Film Ödülleri) Avrupa’nın en iyi filmi seçilmiş. IMDB sitesinde aldığı 7.9'luk puan da filmin gördüğü ilgiyi kanıtlar nitelikte. Film, Romen Yeni Dalgası’nın önemli bir örneği ve Romen Sinemasının rönesansı olarak nitelendiriliyor... Yönetmen Christian Mungiu, European Film Awards'ta (Avrupa Film Ödülleri) en iyi yönetmen, oyuncu Anamaria Marinca ise Palm Springs International Film Festival'da (Palm Springs Uluslararası Film Festivali) FIPRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri) ödülü almış ve Stockholm Film Festivali'nde ise en iyi kadın oyuncu seçilmiş. Bence her ikisi de daha fazla ödül almalıydı, zira daha önce de belirttiğim gibi yönetmen Christian Mungiu iyi bir yönetim sergilemiş ve filmin başrolü Anamaria Marinca da iyi bir oyunculuk sergilemiş. Sadece Marinca değil, oyunculuklar genel olarak iyi, doğal ve başarılı. Tabii filmin senaristini ve senaryosunu da unutmamak lazım. Filmin senaryosu gayet başarılı, akıcı, dili inandırıcı ve gerçekçi. Beyazperde’de filmin sayfasına gelen şu yorum sanırım bu konuda yazılacakları özetliyor: “Bu filme sıkıcı çok kötü diye yorum yapanlara sesleniyorum. Bu filmde anlatılan olayı aynen olmasa da yaşayan biriyim. Film, beni hafızamdan silip atmak istediğim o günlere götürdü. Bana o günleri tekrar yaşattı. Film çok sıkıcıymış ya sizlerin yorumlarına göre, o anları yaşamanın ne denli kötü, sıkıcı ve berbat bir durum olduğunu da bu şekilde anlayın işte.”


Filmin kötü tarafı yok mu? Kuşkusuz var elbette. Filmin finali biraz daha iyi ve etkili işlenebilirdi. Filmin finaline baktığımızda, Otilia ve Gabita’yı otelin restoranında yemek yerken buluyoruz. Hâlbuki daha birkaç dakika öncesinde Otilia ceninden kurtulmaya çalışıyordu, Gabita ise karnındakini aldırma ve hamilelikten kurtulma derdindeydi... Finalde en dikkat çekici konuşma, Gabita’nın cenin için “Onu gömdün mü?” sorusuna karşılık Otilia’nın “Ne yapalım biliyor musun? Bunun hakkında konuşmayalım, tamam mı?” demesiydi. Finale baktığımızda filmin geneline göre biraz sönük durduğunu görüyoruz. Final sahnesi daha etkili olabilirdi ya da daha iyi ve farklı bir final çekilebilirdi... Filmin diğer bir kötü noktası da filmde acayip derecede sigara içilmesi. Özellikle hamile olan Gabita karakteri aşırı derecede sigara içiyor, hem de hamile olmasına rağmen. Kürtaj öncesinde, düşük yapılması için sonda takıldığında ve düşükten sonra, kısaca yer aldığı birçok sahnede Gabita karakterini hep sigara içerken görüyoruz. Filmin diğer bir eksi ya da kötü noktası da bu.


Filmin finali hariç tutulduğunda, yani son 3-4 dakikası hariç tutulduğunda harika ve etkili bir film 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün. Aslında finali de fena değil ama filmin geneline göre biraz sönük... Filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Özellikle sanat filmi, festival filmi gibi türlerin izleyicilerinin kaçırmaması gereken bir film... Film, Romanya Sineması’nın başyapıtlarından biri ve ülke sineması açısından gelecek için umut veriyor, beklentileri yükseltiyor. Artık, Romanya Sineması’ndan yeni başyapıtlar bekleniyor...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...